Hami Mandıralı, Regista Haber’e konuştu. Forvet mevkinde forma giymiş Türk millî futbolcu, 2005 yılından itibaren teknik direktörlük hayatına başlamıştır. Trabzonspor Kulüp tarihinde önemli yeri vardır ve Trabzonspor camiası tarafından kulübün efsane futbolcuları arasında sayılmaktadır. Uzak mesafelerden attığı goller ve sert frikikleri ile de tanınmaktadır. Trabzonspor tarihinin en golcü, Türk futbol tarihinin en golcü üçüncü futbolcusudur.


Futbola olan yeteneğinizi ne zaman keşfettiniz ve futbol, sizin için ne zaman hobi olmaktan çıktı?

– O zaman şöyle giriş yapayım, Trabzon’daki her çocuk gibi benim de hayalim futbolcu olmaktı.

Faroz Mahallesine geldim. Faroz Mahallesi de bir futbol semti, oradan çok önemli oyuncular çıktı. Orada, sokak arasında oynarken eski bir futbolcu ağabeyimizin babası; elimden tuttu ve çok yetenekli olduğumu düşünerek beni, Trabzonspor’a getirdi. Seçmelere girdim, seçmeleri kazanarak futbolcu yeteneklerimin yedi yaşımda ortada olduğunu ve keşfedildiğini gördüm. Bu, beni çok mutlu etti ve zaten öyle de devam ettim.

Futbol, herkes için hobi. Benim içinde bir hobi ama sahada kendimi ifade edebilmem adına Allah’ın bana verdiği yetenekleri sergilemek için severek oynadığım bir iş oldu. Futbol; hiçbir zaman hobi olmadı, işim oldu. Futbol ile her şeyimi kazandım, hayatımı kazandım. Ailemi geçindirdim, insanları mutlu ettim. Sorsan hobi derler ama değil. Benim için her zaman çok kıymetli bir iş oldu. Hep aklımda da futbolcu olmak vardı. Sorarlar ya, futbolcu olmasan ne olurdun diye; benim hep hayalimde futbolcu olmak var çünkü önümde, Trabzonspor’da oynayan çok önemli ve kıymetli ağabeylerim vardı. Her çocuk gibi ben de onlardan biri olmak istiyordum. İnsanlara, futbolcu olmasam tiyatrocu olmak istediğimi söylerdim; sana da aynı şeyi söyleyeyim. Futbolculuk, benim hayatımın en önemli aşk parçasıdır.

Profesyonel kariyeriniz boyunca genellikle santrfor bölgesinde görev yaptığınızı biliyoruz. Peki, futbola hangi mevkide başladınız?

– Ben, serbest bir oyuncuydum; belirli bir mevkim yoktu. Genç takımlarda çok az da olsa libero oynamışlığım var. Genel olarak orta saha ve forvet arasında ama tamamıyla özgür, serbest olan bir oyuncuydum. Benim gibi bir yeteneği, şu bölge bu bölge diye değerlendirmek çok doğru olmaz diye düşünüyorum. Bana, saha içinde özgürlük tanınıyordu; onun için zaten çok güzel işler yaptım.

Bir Trabzonlu olarak profesyonel futbol kariyerinize Trabzonspor’da başladınız. A takımda forma giyeceğiniz kesinleştiği an, neler hissettiniz?

– Trabzonspor’da top oynamak benim için dünyanın en mutlu olayı çünkü çocuksunuz, hayal kuruyorsunuz. O hayalinizi, Trabzonspor’da futbolcu olarak gerçekleştiriyorsunuz. Hep onu düşündüm, hep orada oynamak istedim. Allah da o yetenekleri bana verdi. Ben de çok çalışarak iyi kullandım ve Trabzonspor’un vazgeçilmez, efsane oyuncularından biri oldum.

Benim için çok kıymetli bir şey futbol çünkü kendimi ifade edebileceğim tek yer, sahaydı. Yeteneklerim, onu gerektiriyordu. Ben de çıktım, Türk halkı ve Türk futbolseverler önünde terbiyeli, namuslu bir sporcu gibi o yeteneklerimi ortaya koydum ve güzel işlere imza attım.

Süper Lig şampiyonluğu yaşayamamış biri olarak o kupa, içinizde ukde kaldı mı?

– Kalmaz mı? Yirmi yedi yıl futbol; altyapıdan A takıma kadar ve on yedi yılı profesyonel.

Çok güzel şeyler başarırken evet; kariyerimde bir şampiyonluk olsaydı, beni daha çok mutlu ederdi ama size bir şey nasip oluyorsa onu gerçekleştiriyorsunuz. Buna hep inandım ama nasip olmadı. Bireysel baktığım zaman, bir futbolcu olarak çok güzel şeylere imza attım. Bu da beni çok mutlu ve gururlu kılıyor. Tabii, keşke olsaydım; onu, bir şampiyonlukla taçlandırsaydım. Efsane, harika bir şey olurdu.

Türk futbol tarihinde 200 gol barajını aşan dört isim bulunmaktadır. O isimlerden biri de sizsiniz, bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?

– Ben, hiçbir zaman öyle düşünmemiştim. Bir baktım; dediler ki, ”Sen, rahmetli Metin Oktay’ı geçtin.” Metin Oktay’ı da izlemedim ama insanların ağızlarından çıkan o güzel sözlerle efsane bir insandı, nur içinde yatsın. Onu geçmek sonra onunla beni bir araya getirdiler. Tir tir titriyorum, Metin Oktay’ın karşısındayım; beni izlemeye geldi. Başka bir duyguydu. Sonradan bir baktım ki Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş üçüncü golcüsüyüm. Bu da çok çok önemli çünkü ben, diğer golcüler gibi santrfor değildim; serbest bir oyuncuydum. Gollerimin çoğunu da kendi becerilerimle attım. Birileri bana pas atmadı veya asist yapmadı ama her şeye rağmen böyle bir kariyer, böyle bir gol başarısı çok çok önemli. Hayatınız boyunca çocuklarınız ve torunlarınız, orada bunu izleyecekler ve okuyacaklar. Bu, beni ayrıca mutlu ediyor.

Trabzonspor’a dile kolay, on dört yıl hizmet ettikten sonra kısa süreli bir Schalke 04 maceranız oldu. Yıllar sonra farklı bir ülkede mesleğe devam etmek nasıl bir deneyimdi ve Schalke 04’e gerçekleşen transferinizden dolayı bir pişmanlık var mı?

– Öncelikle hiç pişmanlık duymadım, aslında döndüğüm için pişmanım; onu söyleyeyim, ifade edeyim.

Otuz yaşında bir oyuncusunuz, her şeyi yaşamış ve tatmış. Otuz yaşında bir oyuncunun Almanya’ya, Bundesliga’ya transfer olması da büyük başarı çünkü otuz yaşındasınız. Yirmi küsürlü yaşlar olsa zaten başka bir boyut olurdu. Bir sene, benim için harika bir deneyimdi. İşi tam yırttım, goller gelmeye başladı; lig bitti ama ikinci sezona başlayamadan Trabzonspor’a döndüm çünkü o dönemin başkanı Mehmet Ali Bey, beni çağırınca ‘hayır’ diyemedim.

Benim için Almanya ve Schalke 04, kesinlikle hayatımın en önemli parçası çünkü orada her şey çok güzeldi. Türkiye’yle kıyasladığınız zaman, orada profesyonellik var; duygusallık yok, tamamıyla iş odaklı çalışıyorsunuz ve karşılığını alıyorsunuz.

Dönmeseydim, otuz yaşımdan sonra daha güzel şeylere de imza atabilirdim ama dedim ya; nasip işte, o kadarmış. Çok güzel bir deneyimdi. O deneyimlerimi, genç kardeşlerimize aktardım; çoğunu aktardım, anlatmaya çalıştım. Gençler, Avrupa’ya gidiyorlarsa benim gibi yapmasınlar; kalsınlar ve sonuna kadar savaşsınlar.

Schalke 04 forması giyerken 1860 Münih’e attığınız bir frikik golü vardı. O golde top, saatte 269 km hızla filelere gitmişti. Buna benzer birçok frikik golü de attınız, bu istikrar nasıl sağlandı?

– Temelinde yetenek birinci sıradadır; her zaman bunu söylüyorum ama evet. Tekrar ve tekrar; çok çalışmak, çok çalışmak ve çok çalışmak.

Ben, topa çok iyi vuran bir adamdım. Nasılsa iyi vuruyorum, bırakayım ve çalışmayayım demedim. Nasıl daha iyi vurabilirim, nasıl daha farklı ve uzak mesafelerden atabilirim diye, çok çalışırdım. Frikik bir tek değil; duran top, penaltı ve korner. Hepsini çalıştım; çok çalışmak ve tekrar yapmak beni çok geliştirdi. Böyle bir oyuncu olmamı sağladı ve o şut, saatte 269 km; bu da çok gurur verici. Bunu, Türk bir oyuncu atmış. FIFA Dünya Sıralaması’nda çok baba oyuncuların önünde ve birinci sırada Hami Mandıralı’nın saatte 269 km’lik golü var. Bu, beni ve bütün Türkleri gururlandırıyor.

Yıllarınızı verdiğiniz ve formasını en çok giyen oyuncu unvanına sahip olduğunuz Trabzonspor’da neden futbolu bırakamadınız, arka planda neler yaşandı?

– O dönemin detayına çok girmeyeceğim. Bana yakışmayacak bir şey teklif ettiler, ben de kabul etmedim. Jübileyi öyle yapmaktansa hiç yapmamak daha iyiydi.

Jübilenin anlamı bence şudur, oynamışsınızdır ve bir vedadır; tribününüze, taraftarınıza ve sevdiklerinize el sallamadır. O fırsatı vermediler. Bunu, bana o fırsatı vermeyenlere sormak lazım; ben değil, onlar utansın.

Tuttuğunuz ve formasını terlettiğiniz takımda (Trabzonspor) iki farklı dönemde teknik direktörlük görevini de üstlendiniz. Futbolculuğa göre kolay veya zor yanları neler?

– Futbolcuyken sahada kendi kaderinizi çizebiliyorsunuz; antrenörlükte bu çok doğru bir tespit ama top oynamışsınız ve artık futbolcuların ciğerini biliyorsunuz. Hangi duygular ve hangi karakterde neler yapmak istiyorlar, istemiyorlar; bunları, çok daha iyi anlıyorsunuz. Şunu hep söyledim ama oynamak daha kolaymış. Yönetmek, bir grubu yönetmek çok zor çünkü bizi yöneten hocalarımızdan da bunu az çok görüyorduk ama o da çok zevkli.

Bizim gibi insanların, sorumluluk alması lazım; Türk futbolu içinde olması ve Türk futboluna yön vermesi lazım. Ben, bu iki deneyimi yaptım; Trabzonspor’da ve Antalyaspor’da yaptım. Elimde çok çok iyi kadrolar yoktu ama birinde UEFA Avrupa Ligi’ne katıldık, diğerinde de düşme tehlikesi varken sekizinci olduk. Bu, benim için teknik adamlık anlamında iyi bir gelişme; bundan sonra neler olacak? Bakalım, hep beraber göreceğiz.

Şimdi, söyleyeceğim kelimeleri ve ismini zikrettiğim değerli isimleri, tek kelimede veya bir cümlede cevaplamanızı isteyeceğim. Başlıyorum, izninizle.

– Tabii.

Trabzon?

– Futbol şehri.

Futbol?

– Aşkım.

Trabzonspor?

– Kalbim.

Millî Takım?

– Onurumuz.

Schalke 04?

– Çocukluğumda tuttuğum takım.

Frikik?

– Tabela değişiyor.

Şenol Güneş?

– Hem futbolculuğuyla hem antrenörlüğüyle Türk futboluna damga vurmuş bir teknik adam.

Shota Arveladze?

– Birlikte oynadığım en yetenekli yabancı oyuncu.

Sadri Şener?

– Trabzonspor’a, hem yönetici hem başkan olarak her şeyini ortaya koymuş ve kendini adamış bir insan.

Muharrem Usta?

– Trabzonspor’u seviyor ama istediğimizi beraber gerçekleştiremedik.